Bu makale, 23-24 Eylül 2017 tarihlerinde Ümraniye Belediyesi, İstanbul Medeniyet Üniversitesi ve Burak Derneği iş birliğinde gerçekleştirilen “Uluslararası Kudüs Sempozyumu (Dünü, Bugünü, Yarını)” isimli akademik etkinlikte sunulan tebliğlerden oluşan Geçmişten Günümüze Kudüs kitabından alınmıştır.
Mahmut AYDIN1
GİRİŞ
Bilindiği üzere eski Kudüs olarak adlandırılan ve duvarlarla çevrili alanda Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam açısından son derece kutsal kabul edilen dini mekânlar bulunmaktadır. Bunlardan ilki MÖ.10. asırda Süleyman peygamber tarafından inşa edilen ve MÖ. 586’da Babilliler tarafından yıkılmasından daha sonra MÖ. 540’lar dolayında tekrar inşa edilen ve 70 yılında Romalılar tarafından yıkılan Yahudi dini hayatının merkezi olan I. ve II. mabetler ve bu mabetlerin bulunduğu mabet bölgesi, 4. yüzyılda İmparator Konstantin tarafından inşaatı başlatılan Kutsal Mezar Kilisesi ve Kudüs’ün Hz. Ömer tarafından fethinden sonra Emevi halifesi Abdülmelik bin Mervan (685-705) tarafından inşa edilen Mescidi Aksa ve Kubbet’üs Sahra adlı dini yapılardır. Bu dini yapıların, Kudüs şehri üzerinden Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam arasındaki tarihi ve teolojik bağı ortaya koyduğu dolayısıyla da eğer Kudüs’ün Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanlar için anlamı ve fonksiyonu ortaya konursa Kudüs konusunda ortak bir temele sahip olunacağından herkesin barış içinde birlikte yaşayabileceği bir ortamın tesis edilebileceği ileri sürülmektedir.
Bu bildiride Yahudi kutsal metinleri ışığında Kudüs’ün Yahudiler için dini ve siyasi önemi ortaya konmaya çalışarak bunun üzerinden Yahudilerin kutsal metinlerinde ifade edilen Kudüs algısını öne çıkardıkları sürece Kudüs’te Yahudiler dışında başka etnik ve dini yapıların bulunmasının mümkün olmadığını ileri sürülmektedir. Çünkü Yahudilik kendini belirli bir toprak parçasına atfeden hatta onunla kimliklendiren bir dini gelenektir. Bu toprak parçası da Yahudi inancına göre ilkin yurt arayışında olan İbrahim peygambere Tanrı Yahve tarafından vaat edilmiştir. Daha sonra ise İsrailoğullarını Mısır’daki kölelik hayatından kurtarmak için Tanrı tarafından görevlendirilen Musa peygambere kavmini alıp İbrahim peygambere vaat edilen bu topraklara götürmesi emredilmiştir. Yahudi inancına göre Tanrı’nın vaadi olan bu topraklar, Kudüs’ün de içinde yer aldığı Filistin topraklardır. Kral Davut Kudüs’ü ele geçirerek kurduğu İsrail Krallığının merkezi yapmıştır. Kral Süleyman ise babası Davut tarafından siyasi merkez yapılan Kudüs’ü “Süleyman Tapınağı” adı verilen mabedi inşa ederek aynı zamanda dini bir merkez haline getirmiştir. Her ne kadar sonraki dönemlerde mabet yıkılmış, inşa edilmiş ve sonra tekrar yıkılmışsa da mabedin inşa edildiği yaklaşık 140 dönümlük alan tarihin her döneminde ve günümüzde kutsallığını ve dini merkez olma özelliğini korumuş ve korumaya da devam etmektedir.
Dahası bildiride detaylı olarak ifade edeceğimiz üzere Kudüs İsrailoğullarının göçebe hayattan yerleşik hayata geçişlerini temsil eden siyasi bir merkez olduğundan Yahudiler tarafından ebedi başkentleri ve ölümden sonra yeniden dirilmenin de vuku bulacağı şehir olarak kabul edilmektedir. Bu bildiride Yahudi kutsal metin verilerinden hareketle Kudüs’ün kutsallığı ve dini önemiyle ilgili Yahudi telakkileri inceleme konusu yapılarak bunların mevcut İsrail politikasına etkileri ortaya konmaya çalışılacaktır.
1. KUDÜS’ÜN YAHUDİ YURDU OLMASI
Kudüs tarihi ile ilgili verilerde bu bölgeye ilk yerleşimlerin MÖ.3000 yıllarına dayandığı şeklinde bilgiler yer almaktadır. Ancak İsrailoğullarının dolayısıyla da Yahudilerin genelde Filistin bölgesi özelde de Kudüs şehri ile ilintilerinin Yahudiler tarafından ilk patriyark/kurucu ata olarak kabul edilen İbrahim peygambere dayandırılmaktadır. Yahudiler Tekvin kitabında (Avram) “ülkeni, akrabalarını,baba evini bırak, sana göstereceğim ülkeye git” (12:1) şeklinde Tanrı’nın İbrahim peygambere yönelik talimatında sözü edilen ülkenin Filistin toprakları ve Kudüs olduğuna inanmaktadır. Dahası Yahudi inancına göre Tanrı İbrahim’e yeni yurt olarak Kudüs ve civarını gösterirken şu ifadelerle ona bir takım vaatlerde bulunmuştur: “Seni büyük bir ulus yapacağım, Seni kutsayacak, sana ün kazandıracağım, Bereket kaynağı olacaksın. Seni kutsayanları kutsayacak, Seni lanetleyeni lanetleyeceğim. Yeryüzündeki bütün halklar Senin aracılığınla kutsanacak.” (Tekvin, 12:2-3). Yahudi düşüncesine göre Tanrı’nın İbrahim ile yaptığı ahitle Kudüs ve civarının vaat edilmiş toprak statüsüne kavuşmuştur. Yine Yahudi kutsal kitaplarında yer alan bilgilere göre İbrahim’in oğlu İshak’ı daha sonra Süleyman’ın Mabedi inşa ettiği Moriah dağına götürerek Tanrıya kurban etmek istemiş, eşi Sara’yı mezar yeri olarak Kudüs’te satın Makpela mağarasını gömmüştür. Dahası İbrahim vefat ettiğinde İshak ve İsmail’in babalarını da bu mağaraya gömdükleri de ifade edilmektedir.2 Daha sonra İshak ve eşi Rebeka ile Yakup ve eşi Lea da aynı mağaraya gömülmüşlerdir ki bu durum atalar döneminde bölgede İsrailoğullarının yerleşmesinin ilk örneği kabul edilmektedir.3
Kudüs ve civarının Tanrı tarafından İsrailoğullarına vaat edildiğiyle ilgili Tekvin kitabında yer alan bir diğer anlatıya göre İshak’ın kutsadığı oğlundan Harran bölgesine giderek orada evlilik yapmasını talep ettiğinde yola çıkan Yakup’un gece bilmediği bir yerde konakladığı ve rüyasında göklere uzanan bir merdivenin başında Tanrı’nın hemen yanı başında durup ona şu taahhütte bulunduğu ifade edilmektedir: ‘Atan İbrahim’in, İshak’ın Tanrısı RAB benim’ dedi, ‘Üzerinde yattığın toprakları sana ve soyuna vereceğim. Yeryüzünün tozu kadar sayısız bir soya sahip olacaksın. Doğuya, batıya, kuzeye, güneye doğru yayılacaksınız. Yeryüzündeki bütün halklar sen ve soyun aracılığıyla kutsanacak. Seninle birlikteyim. Gideceğin her yerde seni koruyacak ve bu topraklara geri getireceğim. Verdiğim sözü yerine getirinceye kadar senden ayrılmayacağım’. Yakup uyanınca, RAB burada, ama ben farkına varamadım diye düşündü. Korktu ve, Ne korkunç bir yer!” dedi, Bu, Tanrı’nın evinden başka bir yer olamaz. Burası göklerin kapısı.4
Yahudi düşüncesine göre Yakup’un “burası Tanrı’nın evinden başka bir yer olamaz” ifadesinde kastedilen mekân, Kudüs ve Süleyman Mabedinin inşa edildiği alandan başka bir yer değildir.
Filistin yurdunda yaşanan kuraklık ve kıtlık üzerine Yusuf peygamber vasıtasıyla Mısır’a göç etmek zorunda kalan İsrailoğulları yaklaşık 400 yıl burada kaldıktan sonra tekrar Hz. İbrahim’e vaat edildiğine inanılan Filistin topraklarına dönmek üzere Musa peygamberin önderliğinde MÖ.1200’lü yıllarda Mısır’ı terk etmişlerdir. Bu olay Yahudi tarihinde Mısır’daki esaret hayatından kurtulup özgürleşmenin ifadesi olarak “Çıkış” olarak adlandırılmaktadır. Mısır’dan çıkıştan sonra Sina çölünde yaklaşık 40 yıl geçirmek zorunda kalan Hz. Musa bu süre zarfında Sina dağında Tanrı Yahve ile ilkin Hz. İbrahim ile yapıldığına inanılan yurt/toprak ahdini yenilemiştir. Hatta bu süreçte Mısır çıkışı sonrası tekrar yurt edilecek topraklara nasıl yerleşileceği ve Tanrı Yahve ile ilişki içinde nasıl yaşanılacağıyla ilgili Tanrı’dan bir takım şer’i hükümler de almış ve böylece yurt vaadine şeriat boyutu da ilave edilerek artık şeriat merkezli bir vaade evrilme söz konusu olmuştur.5 Nitekim bu dönüşümün bir sonucu olarak Hz. Musa daha Filistin yurduna girilmeden çölde “toplanma çadırı”6 adı altında portatif bir mabet kurulmasını sağlayarak bir anlamda daha sonra Süleyman peygamber döneminde Kudüs’te inşa edilecek olan Süleyman Mabedinin ilk adımını atmıştır. Dahası söz konusu toplanma çadırının Süleyman Mabedinin prototipi olduğuna inanılmaktadır.
Hz. Musa’nın vefatı sonrası yerine geçen Yeşu önderliğinde Filistin yurduna giren İsrailoğulları bir müddet kabile federasyonu şeklinde yaşadıktan sonra Davut’un kral olarak tayin edilmesiyle günümüzde de özlem duyulan İsrail Krallığı kurulmuş ve Kudüs şehri de bu krallığının başkenti yapılmıştır. Davut döneminde kadar Yebus adıyla anılan Kudüs şehri Davut’un kenti alıp başkent yapmasıyla artık Davud Şehri (Ir-Davud) olarak adlandırılmış olmakla birlikte7 bu isim tarihsel süreçte fazla yaygınlık kazanamamıştır. Bu noktada Davut’un neden Kudüs’ü başkent yaptığı sorusu da yanıt beklemektedir. Kaynaklara baktığımızda Kudüs’ün sahip olduğu coğrafi ve stratejik konumu yanında şehrin kutsal bir alan olmasının da bu seçimde etkili olduğu ifade edilmektedir. Ancak kanaatimizce bu ikinci neden yani Kudüs’ün kutsal mekân olması, başkent yapılıp Sina çölündeyken inşa edilen ve Tanrı Yahve’nin varlığının sembolü olarak kabul edilen Ahit Sandığının Kudüs’e getirilmesi ve sonrasında da bizzat Davut tarafından belirlenen mekâna oğlu Süleyman’ın Bet Amiktaş adı verilen Süleyman Mabedini inşa etmesiyle söz konusu olmuştur.
2. KUDÜS’ÜN YAHUDİ İBADET HAYATININ MERKEZİ OLMASI
Kral Davut Kudüs şehrini kurduğu İsrail krallığının başkenti yaparak devletin siyasi ve idari merkezi yapmasının hemen ardından dini bir merkez yapmak için de harekete geçer. Eski-Ahitin II. Samuel kitabında anlatıldığına göre bu kapsamda harekete geçen kral Davut, dönemin peygamberlerinden Natan’a “Bak ben sedir ağacından yapılmış bir sarayda oturuyorum. Oysa Tanrı’nın Ahit Sandığı bir çadırda duruyor” deyince Natan’da ona “Git, tasarladığın şeyi yap, çünkü Rab seninledir” şeklinde karşılık verir. Ancak daha sonra geceleyin Rab Natan’a tezahür ederek ona şöyle der:
Git kulum Davut’a şöyle de: ‘Rab diyor ki, oturmam için bana sen mi tapınak yapacaksın? İsrail halkını Mısır›dan çıkardığım günden bu yana konutta oturmadım. Bir çadırda orada burada konaklayarak dolaşıyordum. İsraillilerle birlikte dolaştığım yerlerin herhangi birinde, halkım İsrail’i gütmesini buyurduğum İsrail önderlerinden birine, neden bana sedir ağacından bir konut yapmadınız diye hiç sordum mu?’ Şimdi kulum Davut’a şöyle diyeceksin: ‘Her Şeye Egemen RAB diyor ki, halkım İsrail’e önder olasın diye seni otlaklardan ve koyun gütmekten aldım. Her nereye gittiysen seninleydim. Önünden bütün düşmanlarını yok ettim. Adını dünyadaki büyük adamların adı gibi büyük kılacağım. Halkım İsrail için bir yurt sağlayıp onları oraya yerleştireceğim. Bundan böyle kendi yurtlarında otursunlar, bir daha rahatsız edilmesinler. Kötü kişiler de halkım İsrail’e hakimler atadığım günden bu yana yaptıkları gibi, bir daha onlara baskı yapmasınlar. Seni bütün düşmanlarından kurtarıp rahata kavuşturacağım. ‘RAB senin için bir soy yetiştireceğini belirtiyor: Sen ölüp atalarına kavuşunca, senden sonra soyundan birini ortaya çıkarıp krallığını pekiştireceğim. Adıma bir tapınak kuracak olan odur. Ben de onun krallığının tahtını sonsuza dek sürdüreceğim. Ben ona baba olacağım, o da bana oğul olacak. Kötülük yapınca, onu insanların değneğiyle, insanların vuruşlarıyla yola getireceğim. Ama senin önünden kaldırdığım Saul’dan esirgediğim sevgiyi hiçbir zaman esirgemeyeceğim. Soyun ve krallığın sonsuza dek önümde duracak; tahtın sonsuza dek sürecektir.’8
Bu pasajdan hareket eden Yahudi araştırmacılara göre Davut’un mabet yapma isteği krallığı tesis etme sürecinde çok kan döktüğü için Tanrıya atıfta bulunularak Yahudi dini önderleri tarafından uygun görülmez. Dahası kral Davut’a bu görevin Tanrı tarafından adı barış anlamına gelen şalom kelimesinden türeyen oğlu Süleyman’a verildiği, dolayısıyla mabedi yapma görevinin ona ait olduğu ifade edilir. Kral Davut’un vefatından sonra yönetimi devir alan oğlu Süleyman da kendisine verilen bu görev doğrultusunda Kudüs’ü Yahudi dini hayatının merkezi yapacak olan Bet Amiktaş olarak adlandırılan ünlü Süleyman Mabedini inşa etmiştir. Bu noktada şu hususun da altını çizmekte fayda görüyoruz: Yahudi kutsal metinleri mabedin kan döken biri tarafından değil, bir barış insanı olan oğul Süleyman tarafından inşa edildiğini ima etmek için bu görevi kral Süleyman’a tevdi etse de mabedin yerinin kral Davut tarafından belirlendiğini ve nasıl inşa edileceğinin yani planının da bizzat Tanrı tarafından bildirildiğini belirtirler.9 Nitekim bu durum Süleyman’ın inşa ettiği mabedin Tanrı Yahve ile iletişimin sağlandığı kutsal bir mekan dolayısıyla da Yahudi dini hayatının odak noktası olarak inşa edildiğini ortaya koymaktadır.
Süleyman’ın krallığının 4. yılında mabedi inşa etmesinden sonra bu yer Yahudi ibadetlerinin ve dini törenlerinin icra edildiği yegâne merkez haline getirilmiştir. Bu durum da Yahudiliği mabet merkezli bir din haline getirmiştir. Mabedin inşasıyla birlikte Kudüs Yahudiler için hem siyasi hem de dini bir merkez haline gelmiş ve Yahudi dini hayatı ve bu hayatı düzenleyen dini kurallar da mabet merkezli olarak şekillendirilmiştir. Bu çerçevede 248’i emir ve 365’i yasaklardan oluşan 613 dini hükümden (mitzvot) oluşan Yahudi dini hukukunun mabet yıkıldığı için artık sadece 270’inin uygulanabilir olduğunun Yahudiler arasında yaygın olduğunu düşündüğümüzde mabedin dolayısıyla da Kudüs’ün Yahudi dini hayatı için ne derece olmazsa olmaz olduğu açıkça ortaya çıkar.10 Örneğin Yahudi dini hayatında Hz. İbrahim’den itibaren oldukça önemli bir yer işgal eden kurban yani Tanrı Yahve’ye sunu takdim etme uygulaması II. Mabedin yıkılmasından sonra artık mabet olmadığı için tekrar inşa edilinceye kadar ertelenmiştir. Çünkü Yahudi inancına göre kurban ibadetinin sadece mabette icra edilmesi söz konusudur. Bundan dolayı mabet yıkıldıktan sonra onu temsilen ihdas edilen sinagoglarda/havralarda ancak kurban dışındaki ibadetlerin icra edilebilir. Kurban dışında mabede saygı ve onu koruma, mabetteki özel görevler11gibi mabet merkezli pek çok hukuki hüküm de mabet tekrar inşa edilinceye kadar Yahudilikte ertelenmiş durumdadır.
Kurban yanında Tanrı Yahve’ye yapılan dualarda da Kudüs ve mabet yine odak nokta konumundadır. Çünkü Yahudi kutsal metinlerinde yer alan “evime ‘bütün ulusların dua evi’ denilecek” şeklindeki ifadeyle mabedin aynı zamanda dua evi olduğunun altı çizilmektedir.12 Yahudi kutsal metinlerinde ilk mabedin yıkılmasından sonra Babil’de sürgünde bulunan Daniel peygamberin günde üç defa Kudüs’e doğru dua ettiğinden bahsedilmesi13 mabet yokken de Yahudilerin Kudüs’e dolayısıyla da mabet alanına dönerek ibadet ettiklerini açıkça ortaya koymaktadır. Hem mabet dönemlerinde hem de mabet yıkıldıktan sonra Yahudilerin dualarını Kudüs’e dolayısıyla da mabedin bulunduğu istikamete dönerek yapmaları Kudüs’ün Yahudilerin kıblesi konumunda olduğunu gözler önüne sermektedir. Yahudilerin dua ederken mabede yönelmesi uygulaması Süleyman peygamberin mabedin açılışında yaptığı duaya dayandırılmaktadır. Yahudi inancına göre Süleyman Yahudilerin mabede dönerek yaptıkları duaların kabul olması için bizzat kendisi mabette halkının önünde dua etmiştir.14 Talmud’da diasporadaki bir Yahudi’nin Eretz İsrail’e yani Tanrı Yahve’nin Yahudilere vaat ettiği Filistin topraklarına, Eretz İsrail’deki Yahudi’nin Kudüs’e, Kudüs’teki Yahudi’nin Mabede ve Mabettekinin de Kutsallar Kutsalı olan Torah rulolarının muhafaza edildiği dolaba (Aron ha Kodeş) yönelerek dua etmesi gerektiği ifade edilmektedir.15
Ancak Süleyman sonrası İsrail krallığının İsrail ve Yahuda krallığı şeklinde ikiye bölünmesi ve mabedin içinde yer aldığı Yahuda krallığının MÖ. 586’da Babil kralı Nabukadnazar önderliğindeki Babil ordusu tarafından yıkılmasından sonra Kudüs işgal edilmiş ve Süleyman Mabedi de yıkılmıştır. Bu olay üzerinden yaklaşık 40-50 yıl sonra İran kralı Hüsrev’in Babillileri mağlup etmesi üzerine Babil sürgününden dönen Yahudiler yıkılan mabetlerini tekrar inşa etmelerine rağmen Yahuda krallığının ve ilk mabedin yıkılması Yahudi tarihi açısından bir kırılmayı temsil etmektedir. Çünkü bu olay Yahudi tarihinde adetsizliğe alışma, özlemini çekme ve tekrar ona kavuşma yönünde her zaman ümitvar olmak gerektiği bilincinin Yahudiler arasında yerleşmesinin ilk adımını teşkil etmektedir. Bu durum Mezmurlar kitabında Babil’e sürgün edilen Yahudilerin ağzından şu şekilde ifade edilmektedir:
Babil ırmakları kıyısında oturup Siyon’u andıkça ağladık; Çevredeki kavaklara Lirlerimizi astık. Çünkü orada bizi tutsak edenler bizden ezgiler, Bize zulmedenler bizden şenlik istiyor, ‘Siyon ezgilerinden birini okuyun bize!’ diyorlardı. Nasıl okuyabiliriz RAB’bin ezgisini El toprağında? Ey Yeruşalim, seni unutursam, Sağ elim kurusun. Seni anmaz, Yeruşalim’i en büyük sevincimden üstün tutmazsam, Dilim damağıma yapışsın! Yeruşalim’in düştüğü gün, ‘Yıkın onu, yıkın temellerine kadar!’ Diyen Edomlular’ın tavrını anımsa, ya RAB. Ey sen, yıkılası Babil kızı, Bize yaptıklarını Sana ödetecek olana ne mutlu! Ne mutlu senin yavrularını tutup Kayalarda parçalayacak insana!16
Yahudilerin dua ve ibadetlerinde kıble olarak Kudüs’e dönmeleri aynı zamanda Kudüs’ün tekrar kendilerinin olacağı ve burayı hem devletlerinin başkenti yaparak siyasi bir merkez hem de mabedi tekrar inşa ederek dini bir merkez yapma yönündeki ümitlerini ifade etmektedir. Dahası Kudüs Yahudiler için sadece siyasi ve dini bir merkez değil, aynı zamanda göksel krallıkla yeryüzü krallığının kavşak noktasıdır. Bundan dolayı Kudüs, Yahudi kutsal kitap literatüründe kainatın merkezi olarak tanımlanmaktadır.17
3. HAC MEKÂNI OLARAK KUDÜS
Hemen her dini gelenekte olduğu gibi Yahudilikte de kutsal kabul edilen yerlerin dini amaçlı olarak ziyaret edilmesi anlamında hac ibadeti söz konusudur. Yahudilikte hac ibadeti Hz. Musa döneminde Mısır’dan çıkış ve vaat edilen topraklara girmeden önce çöldeki yaşamla ilişkilendirilen Fısıh, Sukkot ve Şavuot festivalleriyle/bayramlarıyla ilişkili olarak yılda üç kez Kudüs’ü ziyaret edilerek icra edilmektedir. Talmud’da Kudüs’ün hac mekânı olmasından bahsedilirken şehrin kutsallıkla kurulan bağı vurgulanmaktadır. Bu kutsallığı güçlendirme adına Talmud’da Yahudilerin hac için Kudüs’e geldiklerinde şehirde yoğun bir kalabalık olmasına karşın insanların secde edecek yer bulmakta zorlanmadıkları ve bunun mabetteki on mucizeden biri olduğu ifade edilmektedir.18 Yine Talmud’da Kudüs’ün ziyaret edilmesini teşvik için Kudüs’ü görmeyen kimsenin hayatında hiç güzel bir şehir görmediği şeklinde ifadelere de yer verilmektedir.19
70 yılında mabedin ikinci defa yıkılışı ve Yahudilerin artık mabetsiz kalmalarından sonra kurban ibadeti gibi hac ibadeti ertelenmemiş yapılmaya devam etmiştir. Bu çerçevede Kudüs’ü ziyaret eden Yahudiler mabetten arta kaldığına inanılan “ağlama duvarı” olarak bilinen batı duvarına giderek orada hem mabedin olmamasından duydukları üzüntüyü ifade etmekte hem de mabedin tekrar yapılması yönündeki ümitlerini canlı tutmaya devam etmektedir.20 Günümüzde de bu uygulama devam ettirilmektedir.
4. YENİDEN DİRİLİŞ MEKANI OLARAK KUDÜS
Kudüs şehri Yahudiler için sadece siyasi ve dini merkezi değil, aynı zamanda dünyanın eskatolojik yani sonla ilgili olayların ve ölümden dirilişin gerçekleşeceği merkez olarak da tasavvur edilmektedir. Bu kapsamda Yahudi geleneğine göre dünyanın yaratılışıyla başlayan, Süleyman Mabedinin ve onun yerine inşa ikinci mabedin inşası ve tahribi ile devam eden ve dünyanın sonuna doğru Davut soyundan gelecek kral Mesih’in gelip Büyük İsrail’i kurması ve mabedi tekrar inşa etmesiyle nihayete erecek olan tüm büyük olaylar ya bizzat Kudüs’te meydana gelecek ya da Kudüs ile ilintili olarak cereyan edecektir. Dahası Yahudi inancına göre dünya hayatının son bulmasından sonra gerçekleşecek olan yeniden dirilme hadisesi de Kudüs’te vuku bulacaktır. Böyle bir inancın Yahudilik bünyesinde ortaya çıkmış olmasının en önemli nedenlerinden biri kral Davut döneminde kurulan ve başkenti Kudüs olan Büyük İsrail krallığının ve Yahudi dini hayatının merkezi olması hasebiyle Yahudilik ve Yahudiler için hayati öneme sahip olan Mabedin yıkılması olsa gerek. Çünkü Kudüs’ten uzak kalma yani diyasporada yaşama zorunda kalma ve dini hayatın merkezi olan mabetten yoksun kalma, Yahudileri, bu dünya hayatında olmazsa da en azından ölüm sonrasında bir gün tekrar Kudüs ile buluşma beklentisine sevk etmiş olmalıdır. Bu beklentide de Yahudilikte Davut soyundan bir kral Mesih’in gelip Kudüs’ü özgürleştirerek ve mabedi tekrar inşa ederek İsrail Krallığının merkezi yapacağı şeklindeki beklenen kral kurtarıcı/mesih inancının ortaya çıkmasına yol açmıştır.
Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere Süleyman’ın vefatından sonra oğulları arasında yaşanan taht kavgaları ve iç karışıklıklar sonucunda Davut’un kurduğu Büyük İsrail Krallığı Kuzey (İsrail) ve Güney (Yahuda) şeklinde ikiye bölünmüştü. Kuzey Krallığının Asurlular tarafından yıkılmasından sonra bu krallık bünyesinde yaşayan 10 Yahudi kabilesi asimile olarak yok almasına karşın Babilliler tarafından yıkılan ve önderlerinin Babil’e sürgün edildiği Güney krallığı bünyesinde ise İşaya, Yeremya ve Hezekiel gibi önderlerin gelecekte Kudüs merkezli olarak Yahudi krallığının tekrar tesis edileceği yönündeki kehanetleri ve teşvikleriyle krallığının gelecekte mutlaka kurulacağı anlayışının Yahudiler arasında canlı tutulması sağlanmıştır. Örneğin İşaya’ya atfedilen bir rü’yette İsrailoğullarının şımarıklıkları ve Tanrı Yahve’den yüz çevirmelerinin sonucu olarak Davut’un kurduğu Büyük İsrail Krallığının yıkıldığı ve geriye çok az bir Yahudi topluluğu kaldığına dikkat çekildikten sonra bu topluluğun tekrar Kudüs’te bir araya gelerek Tanrı Yahve’nin yardımıyla İsrail Krallığını kuracağının altı çizilmektedir.
Onlara de ki, ‘Egemen RAB şöyle diyor: İsraillileri gittikleri ulusların içinden alacağım. Onları her yerden toplayıp ülkelerine geri getireceğim. Onları ülkede, İsrail dağları üzerinde tek bir ulus yapacağım. Hepsinin tek kralı olacak. Artık iki ayrı ulus olmayacaklar, iki krallığa bölünmeyecekler. Artık putlarıyla, iğrenç uygulamalarıyla, isyanlarıyla kendilerini kirletmeyecekler. Onları yerleştikleri, içinde günah işledikleri yerlerden kurtarıp arındıracağım. Onlar halkım olacak, ben de onların Tanrısı olacağım. ‘Kulum Davut onların kralı olacak, hepsinin tek çobanı olacak. Buyruklarımı izleyecek, kurallarıma uyacak, onları uygulayacaklar. Kulum Yakup’a verdiğim, atalarınızın yaşadığı ülkeye yerleşecekler. Kendileri, çocukları, çocuklarının çocukları sonsuza dek orada yaşayacaklar. Kulum Davut da sonsuza dek onların önderi olacak. Onlarla esenlik antlaşması yapacağım. Bu onlarla sonsuza dek geçerli bir antlaşma olacak. Onları yeniden oraya yerleştirip sayıca çoğaltacağım. Tapınağımı sonsuza dek onların ortasına kuracağım. Konutum aralarında olacak; onların Tanrısı olacağım, onlar da benim halkım olacak. Tapınağım sonsuza dek onların arasında oldukça uluslar İsrail’i kutsal kılanın ben RAB olduğumu anlayacaklar.’21
Kudüs’ün düşmesi, mabedin tahribi ve Babil sürgünü her nekadar Yahudiler tarafından artık kıyametin yaklaştığı bir felaket döneminin başlangıcı olarak görülse de yukarıda ifade ettiğimiz gibi İşaya, Hezekiel ve Yeremye gibi sürgün dönemi Yahudi önderlerinin topluma ümit aşılayan yönlendirmeleriyle Yahudi geleneğinde Tanrı tarafından yetkilentirilmiş özel bir kurtarıcı/Mesih vasıtasıyla Kudüs’e tekrar dönülüp mabedin ve krallığın tekrar inşa edileceğine yönelik güçlü bir algı ortaya çıkmış ve bu algı da zamanla bir inanç konusu yapılmıştır. Bu bağlamdaki Mesih anlayışı da İsrail’in nihai kurtuluşu ile ilişkilendirilmiştir. Buna göre Mesihin döneminde Tanrı’nın yardımıyla dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış bulunan İsrailoğulları dünyanın sonuna doğru Kudüs’te tekrar bir araya gelerek Kudüs’ün başkent olduğu ve üçüncü mabedin inşa edildiği Büyük İsrail Krallığını tekrar kuracaklardır.22 Görüldüğü üzere sürgün dönemi sonrasına ait Yahudi kutsal metinlerinde dağınık İsrail kabilelerinin Kudüs’te toplanması ve mabedin yeniden inşası Mesih döneminin en önemli özelliği olarak vurgulanmaktadır. Dahası bu metinlere göre sadece Yahudilerin değil, tüm milletlerin Tanrı’nın yollarını öğrenmek için Kudüs’e gelecekleri ve burada mabede sunular sunacakları öngörüsünde de bulunulmaktadır.23
Burada konumuz Yahudilikte Mesih beklentisi olmadığından konuyla ilgili detaylı bilgi vermeden Mesihin gelmesiyle birlikte nasıl bir düzenin kurulmasının öngörüldüğü ile ilgili bazı Yahudi kehanetlerine dikkat çekmek istiyoruz: Yahudi inancına göre Mesih Kudüs’te adaletle hükmedecek ve her yerde huzur hâkim olacaktır. Kutsal topraklarda yani Sion/Filistin yurdunda kurt ile kuzu birlikte otlayacak, aslan sığır gibi saman yiyecektir. Tanrı, kutsal dağında kötülük olmayacağını, zararlı hayvanların kimseye zarar vermemesini emredecek, onlar da bu emre itaat edeceklerdir. Vahşi hayvanlar kutsal topraklardan kaldırılacaktır. Kudüs cennet bahçelerine benzeyecek, ürünlerde bolluk olacak ve sürgündeki tüm Yahudiler Kudüs’te bir araya gelecektir.24 Bu dönemde bolluk o kadar çok olacak ki dağlardan tatlı şarap damlayacak, tepelerden süt akacak ve mabedden çıkan bir kaynak Şittim vadisini sulayacaktır. Bu durum ebediyen sürecek ve Kudüs nesilden nesile kalacaktır. Çünkü Tanrı artık aralarında Sion’da olacaktır.25 Böylece dünyanın sonu gelmeden Kudüs’ün tekrar Tanrı’nın makamı olacağı belirtilmektedir.26
Tanah’ın dışındaki Jubileler, Enoch ve Tobit gibi Yahudi metinlerinde de Mesih’in gelişinden, Kudüs merkezli olarak kuracağı krallıktan, mabedin tekrar inşasından ve krallığın kurulmasından sonra da bizzat Tanrı Yahve’nin Kudüs’ten krallığı idare edeceğinden bahsedilmektedir.27 Burada konuyu uzatmama adına Kudüs’ü aşağılayan,kalelerini ve evlerini yıkarak zarar verenlere lanet edilirken şehri inşa edenler kutsandığı Tobit kitabında Kudüs’ün önemi ile ilgili yer alan şu pasajı okuyucunun dikkatine sunmak istiyoruz:
Kudüs, kutsal şehir. Dünyanın her bölgesi üzerinde görkemli bir ışık parlayacak,Tanrı’nın kutsal adına yakın olmak için çeşitli uluslar uzaktan, dünyanın öbür ucundan gelecekler. Ellerinde armağanlarla gelecekler. Senin içinde her yeni kuşak sürekli olarak sevincini duyuracak, seçilmiş olan bu kentin adı sonsuza kadar yaşayacak. Dürüst kişiler sende toplanacaktır. Kudüs ve mabet sonsuza dek yeniden yapılacaktır. Kudüs’ün kapıları safirden ve zümrütten olacak, tüm duvarları değerli taşlarla kaplanacak, Kudüs’ün kaleleri altından ve kale burcundaki siperler som altından inşa edilecektir. Kudüs’ün sokakları yakutla ve ofir’den gelen taşlarla döşenecek. Bütün evlerden şarkılar yankılanacak Kudüs’teki insanlar İsrail’in Rabbine hamd olsun diyecekler.28
Yahudi inancında Kudüs, Davut soyundan gelecek olan ilahi donanımlı kral Mesih’in krallığının siyasi merkezi olması yanında ölüm sonrası uhrevi dirilişin ve hesap vermenin merkezi olarak da kabul edilmektedir. Yahudi inancına göre ölüm sonrasında hesap vermek üzere gerçekleşecek olan diriliş mekanı Kudüs’teki Zeytin Dağı’dır. Nitekim bu inanç dolayısıyla Yahudiler hac için Kudüs’e gittiklerinde burada ölmeyi yeğlerler. Yine İsrail dışındaki Yahudiler de yeniden dirilmenin Kudüs’te gerçekleşeceğine yönelik güçlü Yahudi inancından dolayı ya Kudüs’te ölmeyi ya da burada gömülmeyi arzu etmektedir.
Kudüs’e yaşarken ya da öldüğünde yakın olanların buranın kutsallığından faydalandığı düşünülmektedir. Bu davranış birtakım faziletlere ulaşmak olarak yorumlanmaktadır. Ayrıca orada ölen ve gömülen insan kurtuluşa ermeyi hak etmiş olarak görülmektedir. Bu bağlamdan olmak üzere Tanah’ta Kudüs’e gömülmenin önemini gösteren çeşitli örnekler yer almaktadır. Bunlardan ilki İbrahim’in bir mezar yeri (Makpela Mağarası) satın almasıdır. Eşi Sara ve kendisi bu mağaraya gömülmüşlerdir.29 Daha sonra Yakup ve çocukları Mısır’a göç etmişlerdir.30 Ancak Yakup, çocuklarına öldüğünde Mısır topraklarına değil İbrahim ve İshak’ın gömüldüğü Makpela mağarasına gömülmesini vasiyet etmiştir.31 Yakup’u, Yusuf ve diğer çocukları Kenan diyarındaki Makpela mağarasına gömmüşlerdir.32 Yusuf da bir gün Kenan diyarına döndükleri vakit kemiklerini götürmelerini vasiyet etmiştir. Musa da Mısır’dan çıkarken Yusuf’un vasiyeti üzere onun kemiklerini yanına almıştır.33 Buna bağlı olarak tarih içinde İsrailoğulları buraya ve yakınlarına gömülmek arzusunda olmuşlardır.34Daha sonraki dönemlere ait Yahudi kaynaklarında da bu anlamın devam ettiği görülmektedir. Nitekim bir rivayete göre; Hebron’da İbrahim’in bulunduğu mağarayı ziyaret etmek isteyen bir rabbi görevliden izin alarak içeri girmiştir; ancak şiddetli bir rüzgâr ilerlemelerini engellemiştir. Bunun üzerine o kimse atalarına dua ederek mağaradan çıkmıştır.35
Buna ilaveten Tanah’ta Kudüs’e gömülenlerin mezbahın altına gömülmüş gibi kabul edileceği belirtilerek öneminin vurgulandığı görülmektedir.36 Bunun sonucu olarak da bu topraklar dışında yaşayıp ölmek doğru bulunmamıştır. Kutsal topraklarda yaşamak bir Yahudi için zorunluluk kabul edilmiştir. Buna göre; eğitim gibi sebeplerle kısa süreli olarak kutsal topraklar terk edilebilir; ancak geri dönmek gerekmektedir. Kutsal topraklarda yaşayan Yahudilerin günahları bağışlandığı gibi burada gömülen bir Yahudi’nin bağışlanacağına dair bilgiler ile Kudüs’e olan bağlılık güçlendirilmiştir.37 Burada şu hususun altını çizmekte fayda görüyoruz. Mezarların bir inancın veya bir ulusun bir yerdeki varlığının en önemli göstergesi hatta tabusu olması gerçeğinden hareket edildiğinde Yahudilerin kurucu ata/patriyark olarak gördüğü Hz.İbrahim, İshak, Yakup ve hatta Yusuf gibi önemli şahsiyetlerin mezarlarının Kudüs’te bulunduğunu iddia etmesinin aslında Kudüs’ün ilelebet bir Yahudi toprağı olduğunu gösterme arzularının bir sonucudur.
SONUÇ
Bilindiği üzere dinlerde axis mundi yani Kutsalın tezahür ettiğine inanılan ve inananların Tanrı veya inandıkları tanrısal güçlerle iletişim içinde oldukları mekanların bizzat Tanrı veya tanrısal varlıklar tarafından belirlendiği algısı söz konusudur. Bu algıdan yola çıkarak bu bildiride Yahudi inancı açısından inceleme konusu yapılan Kudüs şehrinin kutsallığı da yukarıda gördüğümüz gibi bizzat Tanrı Yahve’den kaynaklanmaktadır. Buna göre Kudüs şehrinin Tanrı Yahve tarafından İsrailoğullarına vaat edilen kutsal toprakların sınırları içinde yer alması, Yahudiler tarafından soyundan gelinmesi anlamında kurucu ata kabul edilen Hz. İbrahim oğlu İshak ve İshak’ın oğlu Yakup’un mezarlarının ve onun oğlu Yusuf’un kemiklerinin Kudüs’te bulunduğuna inanılması, hem Davut döneminde kurulan ilk İsrail Krallığının merkezi olması hem de gelecekte Mesih’in önderliğinde kurulacak olan İsrail Krallığın da merkezi olacak olması hasebiyle Yahudilerin ebedi başkenti olduğuna inanılması, Tanrı Yahve ile yapılan ahdi sembolize eden Ahit Sandığını barındıran mabede sahip olması ve ölüm sonrası yeniden diriliş ve hesap mekanı olacağına inanılması gibi hususlar Kudüs şehrinin Yahudiler için hayati öneme sahip bir kutsal mekan olduğunu göstermektedir. Yahudiler kendileri için bu derece öneme sahip olan Kudüs’ün kutsallığının bizzat Tanrı Yahve’den geldiğine inanmaktadır. Çünkü onlara göre İbrahim ve daha sonra Musa peygamberlerle yapılan ahit gereği Kudüs’ün de içinde bulunduğu Filistin yurdu Tanrı tarafından İsrailoğullarına tahsis edilmiştir. Bu özelliğiyle genelde tüm vaat edilmiş topraklar özelde ise Kudüs ve günümüzde II. Mabetten kalan ve “Ağlama Duvarı” olarak adlandırılan batı duvarı ile Mescid-i Aksa’nın içinde bulunduğu yaklaşık 140 dönümlük alan Yahudiler tarafından hususi kutsal alan olarak kabul edilmektedir. Bu özelliğinden dolayı Yahudiler Kudüs ve civarının kıyamete kadar hatta ölüm sonrası dirilişin burada olacak olmasından dolayı ilelebet kendilerine Tanrı tarafından verildiğine inandıklarından hem hayattayken hem de öldükten sonra bu topraklarda bulunma idealine sahiptirler. Bundan dolayı da genel olarak arz-ı mevud olarak adlandırılan tüm topraklarda özel olarak da Kudüs’te sadece kendilerinin yaşama hakkına sahip olduğuna inanmaktadırlar. Nitekim Yahudiler bu topraklar için Eretz Yısrael/İsrail Toprağı ifadesini kullanarak bu toprakların ilelebet kendilerinin olduğunu vurgulamaktadır. Dahası Yahudiler ilk insanın yaratıldığı toprağın Kudüs’ten alındığını iddia ederek Kudüs ile Cenneti ilişkilendirmekte ve bir anlamda Kudüs’ün kendilerinin Cenneti olduğunu dolayısıyla da burada yaşayanlar günahlarının Tanrı tarafından bağışlanacağını ima etmektedir.
Yine Yahudi tasavvurunda dünyaya on ölçek bilgeliğin indirildiği, bunun dokuzunun kendilerine vaat edilen topraklara birinin de dünyanın diğer kalanına verildiği; dünyaya on ölçek güzellik verildiği bunun dokuzunun Kudüs’e birinin ise diğer yerlere layık görüldüğün altı çizilerek arz-ı mev’udun özel olarak da Kudüs önemine dikkat çekilmektedir. Yahudi inancına göre mabet alanına saygısızlık yapılamaması gerekmektedir. Bu kapsamda kişilerin mabet alanına ayakkabı ile ve üstü başı kirli bir şekilde girmesi hatta bu alanda oyun oynaması gibi eylemlerin mabet kutsallığına halel getirme olarak nitelendirilmektedir.
Bildiri boyunca gördüğümüz ve yukarıda özetlediğimiz Kudüs şehri ile ilgili Yahudi kutsal metinlerinde yer alan iddiaları bir bütün olarak göz önüne aldığımızda sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Davut peygamberin kurduğu ve Kudüs’ün siyasi ve dini bir merkez yapıldığı Büyük İsrail Krallığının MÖ. 586’da Babilliler tarafından yıkılması, Kudüs’ün ve mabedin tahribi ile önde gelen Yahudilerin Babil’e sürgün edilmesinin yarattığı travma ve psikoloji içinde şekillendirilen Yahudi kutsal metinleri (Tanakh=Eski-Ahit) sadece Yahudilere kutsal bir tarih oluşturmamış aynı zamanda onlara kutsal bir siyasi ve dini merkez de oluşturmuştur. Bu merkez de hiç şüphesiz ki Kudüs şehridir. Nitekim yukarıda ifade ettiğimiz üzere bu şehir aslında Davut peygamberin onu kurduğu İsrail Krallığının merkezi yapmasından sonra önem kazanmaya başlamasına rağmen Eski-Ahitte onun ilk kurucu ata Hz. İbrahim, oğlu İshak ve onun oğlu Yakup ile ilişkilendirilmesi ve onların mezarlarının Kudüs’teki Makpela mağarasında bulunduğuna inanılması Yahudileri bu şehrin tabusunun kendilerine ait olduğuna dolayısıyla da bu şehre sadece kendilerinin sahip olması gerektiği kanaatine sevk etmektedir. Dahası Cennette yaratıldığına inanılan ilk insanın çamurunun Kudüs’ten alındığına inanılması ve bu şekilde Kudüs’ün Cennetle irtibatlandırılması Yahudilerin zihninde bir göksel yani Tanrı katından gelen bir Kudüs algısının da oluşmasına yol açmıştır. Bu da sadece kendilerinin Tanrı’nın seçkin kavmi olduğunu iddia eden Yahudilerin Tanrı’nın şehri olan Kudüs’te yaşama hakkına sahip olduğu algısın güçlendiren bir başka önemli husustur. Kanaatimizce 1948 yılında İsrail devletinin kuruluşuyla neticelenen 19.yüzyılın son yıllarında gündeme gelen siyasi Siyonizm akımının öncülüğünde başlatılan Filistin topraklarında bir İsrail devleti kurma girişimi ile söz konusu devletin kurulmasından sonra ve günümüzde İsrail’in Filistin yurdunu işgal girişimleri ve uygulanan terör politikaları siyasi olsa da onları körükleyen, besleyen ve meşrulaştıran temel unsurlar yukarıda ifade ettiğimiz kutsal kitap temelli Kudüs şehri ve civarı ile ilgili kutsallık algılarıdır. Kutsal kitap ve inanç temelli bu kutsallık algıları, mutlak doğru ve hakikat tekelciliği yapılarak anlaşılmaya devam edildiği müddetçe İsrail’in Filistin yurdunu Eretz Yısrael/İsrail Toprağı ve Kudüs’ü de İsrail devletinin başkent yapmak için şiddete dayanan mevcut politikalarını artırarak devam ettireceği muhakkaktır.
Dipnotlar
- Prof. Dr., Ondokuz Mayıs Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, mahmuta@omu.edu.tr. ↩︎
- Bkz., Tekvin, 25: 9-10. Yine Tekvin de İshak ve eşi Rebeka ile Yakup ve eşi Lea da Sara ve İbrahim’in
gömüldüğü Makbela mağarasında gömüldüğü ifade edilmektedir (Bkz., 49;31; 50:13). Armstong’a
göre bu durum İsrailoğullarının Yahudi tarihinde patriyarklar olarak bilinen kurucu atalar döneminde
Kudüs ve civarına yerleştiğinin göstergesidir. (Bkz., Karen Armstong, Jerusalem One City Three
Faiths, , New York: Ballantine Books, 1996. s. 25, 28). Kudüs’ün kutsal mekân olması ve bunun
Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam açısından anlamı ile ilgili geniş bilgi için bkz., Rabia Mert, Tarihsel,
Mitolojik ve Dini Bağlamda Kutsal Bir Mekân Olarak Kudüs, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ondokuz
Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Samsun, 2017. ↩︎ - ↩︎
- Tekvin, 28 :12-17. ↩︎
- Bkz., Çıkış, 23. ↩︎
- Bkz., Çıkış, 26. ↩︎
- II. Samuel, 5: 6-9; Flavius Josephus, The Works Of Josephus, William Whiston (trans.), America:
Hendrickson, 1999, Antiquities Of The Jews, 1: 6: 2. ↩︎ - 1. Tarihler, 17 :1-14. (2. Samuel, 7:1-16). ↩︎
- Bkz., 2. Samuel, 24 : 16-25; Goldhill, The Temple of Jerusalem, s. 47. ↩︎
- Yusuf Besalel, Yahudilik Ansiklopedisi, cilt, 2, İstanbul : Gözlem Yayıncılık, 2001, s. 415. ↩︎
- Bkz., Çıkış, 25: 8, 30, 30 :12-13 ; Levililer, 17 : 3-4, 19: 30 ; Sayılar, 18: 4, 18 :5, 23; Sayılar, 18:
5 ; Levililer, 16: 2 ; Sayılar, 5: 3; Tesniye, 23: 11 : Sayılar, 28: 3 ; Sayılar, 28: 9. ; Levililer, 23: 36 ;
Sayılar, 28: 26-27 ; Tesniye, 14 :22. ↩︎ - Bkz., İşaya, 56: 7; Yeremya, 7: 11. ↩︎
- Daniel, 6: 10. ↩︎
- Bkz., I. Krallar, 8: 13, 27. ↩︎
- Babylonian Talmud, Berakhoth, II, 30a, 6-9. (http://www.come-and-hear.com/berakoth/index.html ↩︎
- Mezmurlar, 137 :1-9. ↩︎
- Nitza Rosovsky, City of the Great King: Jerusalem from David to the Present, Cambridge: Hawvard
University Press, 1996, s. 73. ↩︎ - Babylonian Talmud, Yoma, II, 21a (https://juchre.org/talmud/yoma/yoma1.htm#21a) ↩︎
- Babylonian Talmud, Suka, IV, 51b, (https://juchre.org/talmud/sukkah/sukkah3.htm#chap04) ↩︎
- Shmuel Safrai, “Pilgrimage”, Encylopedia of Judaizm, XVI, eds., Joseph Neusner, Alan J. Avery-
Peck & William Scott Green, Leiden, Brill, 1999, s. 155. ↩︎ - Hezekiel, 37: 21-28. ↩︎
- ↩︎
- Zekarya, 14: 16-20 (Kudüs’e karşı yürümüş olan bütün milletlerden artakalan herkes yıldan yıla orduların Rabbi krala tapınmak ve çardaklar bayramını tutmak için çıkacak). ↩︎
- Bkz., İşaya, 11: 1-12; 65: 25; 35: 9. ↩︎
- Bkz., Yoel, 3: 18-20. ↩︎
- Bkz., Malaki, 3: 1. ↩︎
- Bkz., The Book Of Jubilees, 1: 15-18; 26-29 (The Book Of Jubilees, R. H. Charles (eds.), London:
Adam And Charles Black, 1902) ; Enoch, IV, 91: 13 (The Apocrypha And Pseudepigrapha Of The Old
Testament In English, R. H. Charles (ed.), Oxford: Clarendon Press, 1913, II, s. 264). ↩︎ - The Book Of Tobit, 13: 9, 11, 13, 16, 17. (The Apocrypha And Pseudepigrapha, R. H. Charles (ed.),
Oxford: Clarendon Press, 1976, I, s. 237). ↩︎ - Tekvin,23: 19; 25: 9-10. ↩︎
- Tekvin, 46: 6. ↩︎
- Tekvin, 49: 30, 31. ↩︎
- Tekvin, 50: 13. ↩︎
- Tekvin, 50: 25; Çıkış, 13: 19. ↩︎
- Tudela’lı Benjamin & Ratisbon’lu Petachia, Ortaçağda İki Yahudi Seyyahın İslâm Dünyası Gözlemleri,
çev., Nuh Aslantaş, İstanbul : İFAV, 2009, s. 54. ↩︎ - Benjamin ve Petachia, Ortaçağda İki Yahudi Seyyahın İslâm Dünyası Gözlemleri, ss. 166-167. ↩︎
- Babylonian Talmud Kethuboth, VIII, 111a (http://www.come-and-hear.com/kethuboth/kethuboth_
111.html ↩︎ - Baki Adam, “Kutsal Toprak, Mesih ve Terör”, Dini Araştırmalar, 7/20, 2004, s. 65. ↩︎