İşgal Altındaki Filistin Topraklarında Faaliyet Gösteren Uluslararası Şirketlerin Hukuki Sorumluluğu

Dr. Ömer Erkut Bulut
*Makale, İstanbul Üniversitesinde 20 Kasım 2024 tarihinde düzenlenen Uluslararası Hukukta Filistin Konferansı ve Öğrenci Forumu 1’de sunulmuştur.

Bu sunum, İsrail’in işgali altındaki Filistin topraklarında işlenen suçlarda uluslararası şirketlerin sorumluluğunu ele almaktadır. Öncelikle İsrail’in savaş makinesine destek veren belli başlı sektörler sıralanacaktır. Sonrasında, şirketlerin uluslararası insan hakları sorumluluğunu düzenleyen uluslararası sosyal sorumluluk (corporate social responsibility) ilkelerinden bahsedilecektir. Daha sonra ise Türkiye’deki kurumsal sosyal sorumluluk ve cezai sorumluluk ilkeleri incelenecektir.

İsrail’in İşgaline Destek Veren Sektörler

Öncelikle, İsrail’in Batı Şeria’daki işgal ve de facto ilhakına destek veren, en azından verme ihtimali bulunan sektörler nelerdir? Araştırmalar, Gazze’de soykırıma varan suçlara imkân veren İsrail savaş makinesine ve Batı Şeria’daki illegal yerleşimlere destek veren belli başlı sektörlerin yakıt, bilişim, finans ve inşaat sektörleri olduğunu ortaya koymaktadır.

Uluslararası Hukukun Yaklaşımı

Peki uluslararası hukuk, bu iktisadi teşebbüslerin sorumluluğu konusunda ne diyor?

Öncelikle, klasik uluslararası hukuk mantığının bireyleri değil, devletleri öncelediğini belirtmek gerekir. Yani uluslararası hukukun geleneksel süjesi, hak ve fiil ehliyetine sahip olan aktörler, devletlerdir. Bununla beraber, söz konusu yaklaşım giderek arkaik bir hâle gelmekte; uluslararası hukukta devlet dışı aktörlerin hak ve sorumlulukları da giderek tanınmaya başlamaktadır. Bunun uluslararası hukukun değişik alanlarında pek çok örneğini sayabiliriz. Günümüz uluslararası hukukunda şirketler de bu durumdan azade değildir.

Şirketler, uluslararası yatırım hukukunda devletlere karşı doğrudan hak iddia edebildikleri gibi, iş dünyası ve insan hakları (Business and Human Rights) bağlamında da belli sorumluluklara sahiptir. Burada not etmek gerekir ki bu sorumluluklar henüz emekleme aşamasındadır ve ne derece uluslararası hukukun bağlayıcı normları hâline geldikleri en iyi ihtimalle tartışmalıdır. Bununla beraber, soykırım gibi uluslararası hukukun en temel emredici prensiplerinin (jus cogens) ihlal edildiği durumlarda, bu ihlallere katkı sağlayan şirketlerin sorumluluğu da dolaylı olarak çıkarılabilir.

Peki uluslararası hukuk, bu iktisadi teşebbüslerin sorumluluğu konusunda ne diyor?

Öncelikle, klasik uluslararası hukuk mantığının bireyleri değil, devletleri öncelediğini belirtmek gerekir. Yani uluslararası hukukun geleneksel süjesi, hak ve fiil ehliyetine sahip olan aktörler, devletlerdir. Bununla beraber, söz konusu yaklaşım giderek arkaik bir hâle gelmekte; uluslararası hukukta devlet dışı aktörlerin hak ve sorumlulukları da giderek tanınmaya başlamaktadır. Bunun uluslararası hukukun değişik alanlarında pek çok örneğini sayabiliriz. Günümüz uluslararası hukukunda şirketler de bu durumdan azade değildir.

Şirketler, uluslararası yatırım hukukunda devletlere karşı doğrudan hak iddia edebildikleri gibi, iş dünyası ve insan hakları (Business and Human Rights) bağlamında da belli sorumluluklara sahiptir. Burada not etmek gerekir ki bu sorumluluklar henüz emekleme aşamasındadır ve ne derece uluslararası hukukun bağlayıcı normları hâline geldikleri en iyi ihtimalle tartışmalıdır. Bununla beraber, soykırım gibi uluslararası hukukun en temel emredici prensiplerinin (jus cogens) ihlal edildiği durumlarda, bu ihlallere katkı sağlayan şirketlerin sorumluluğu da dolaylı olarak çıkarılabilir.

UNGP ve OECD Rehber İlkeleri

Henüz bağlayıcı norm seviyesinde olmasa da Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi ve OECD’nin öncülük ettiği belli “rehber” prensipler, şirketlerin uluslararası hukuktaki insan hakları sorumluluğunun çerçevesini çizmektedir.

1. Birleşmiş Milletler İş Dünyası ve İnsan Hakları Rehber İlkeleri (UNGP):

1. Birleşmiş Milletler İş Dünyası ve İnsan Hakları Rehber İlkeleri (UNGP):
UNGP, bizzat kendi faaliyetleri ve/veya tedarik zincirleri vasıtasıyla ciddi insan hakları ihlallerine sebep olan, katkı sağlayan veya bunlarla doğrudan ilişkili olan şirketlerin sorumluluğunu düzenlemekte, şirketlere bu konuda belli sorumluluklar yüklemektedir.[1] UNGP bugüne kadar Çin’in Uygur bölgesindeki insan hakları ihlallerinden, Avrupalı lüks tüketim markalarının tedarik zincirlerindeki insanlık dışı çalışma koşullarına (sweatshops) kadar pek çok konuda gündeme gelmiş ve bu tip ihlallerle ilgili mücadelede rol oynamıştır.

UNGP’nin kapsamını kısaca ifade etmek gerekirse:

  • Doğrudan sebep olma ve katkı sağlama durumlarında, şirketlerin bu faaliyetlere hemen son vermesi, Md. 13(a);
  • (Genelde tedarik zincirleri vasıtasıyla) doğrudan bağlantılı olma durumunda ise, faaliyetlerine azaltarak son verme sorumluluğu yüklemesidir. Md. 13(b).

2. OECD Rehber İlkeleri (OECD Guidelines):

İlk olarak 1976 yılında çıkarılan, daha sonra 2015 yılında yenilenen OECD Rehber İlkeleri, çok uluslu şirketlerin faaliyetlerini şeffaflık ve insan haklarına saygı çerçevesinde yürütmesini hedefler.[2] Bu rehber, devletlere düzenleyici işlemler ve pratik uygulamalar yoluyla şirketlerin insan haklarına saygılı şekilde faaliyet göstermesini sağlamalarını tavsiye eder. Şirketlere ise, iç hukuka uyma sorumluluğunun insan hakları ihlallerine katılmak için bir bahane olamayacağını hatırlatır.

Rehber İlkelerin Etkisi

Bu prensipler henüz bağlayıcı hukuk normu seviyesinde değildir. Ancak, yine de uluslararası hukukun aktörlerinin davranışlarını etkilemektedirler. Öncelikle, bu prensipler uluslararası hukukta “soft law” olarak, ileride yerleşmesi muhtemel olan norm olma özelliği taşımakta ve mümkün olan hukuk noktasında yol göstermektedir. Bu sebeple, söz konusu prensipler henüz bağlayıcı olmamalarına rağmen, belli aktörler tarafından dikkate alınmaktadır. Örneğin, uluslararası bankalar ve şirketler bu prensiplere uymaya özen göstermekle birlikte, gerekli durumlarda Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi gibi ilgili kurumlardan bu hususta görüş talep etmektedirler.[3]

Bu rehber ilkelerin ikinci işlevi, ulusal yasalara model olmaktır. Nitekim Norveç, Hollanda, Fransa, Brezilya ve Almanya gibi pek çok ülke, kurumsal sosyal sorumluluk (Fransa özelinde ise kurumsal cezai sorumluluk) yasaları çıkararak, insan hakları ihlalleriyle doğrudan bağlantılı şirketlere ciddi yaptırımlar getirmiştir. Bu yaptırımlar, şirket varlıklarına el koymaktan faaliyetlerini durdurmaya kadar uzanabilmektedir. Örneğin Norveç, Gazze’deki katliama destek veren ve işgal altındaki Filistin topraklarındaki yasa dışı İsrail yerleşimleriyle iş birliği yapan şirketler ya da bu şirketlere finansman sağlayan kuruluşlarla ilişkisini kurumsal sosyal sorumluluk yasaları çerçevesinde durdurmuştur.[4]

Örneğin Norveç, Gazze’deki katliama destek veren ve işgal altındaki Filistin topraklarındaki yasa dışı İsrail yerleşimleriyle iş birliği yapan şirketler ya da bu şirketlere finansman sağlayan kuruluşlarla ilişkisini kurumsal sosyal sorumluluk yasaları çerçevesinde durdurmuştur.[5] Almanya ise 2023 yılında tedarik zincirlerini düzenleyen bir kurumsal sosyal sorumluluk yasası çıkarmış olmasına rağmen,[6] Gazze’deki soykırım ve Batı Şeria’daki işgale destek veren Alman şirketlerine ilişkin, bu yazının yazıldığı Kasım 2024 itibarıyla herhangi bir hukuki süreç başlatmamıştır. Bu durum, yalnızca yasanın varlığı değil, aynı zamanda etkin ve tarafsız bir şekilde uygulanmasının da ne denli önemli olduğunu gözler önüne sermektedir.

Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Adalet Divanı’nın Filistin’e İlişkin Kararları ve Şirketlerin Sorumluluğu

Filistin özelinde şirketlerin uluslararası sorumluluğunu doğuran bir diğer önemli başlık ise, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, Güvenlik Konseyi ve Uluslararası Adalet Divanı’nın Gazze ve Batı Şeria’ya ilişkin verdiği birçok karar ve bu kararlarla şirketlere dolaylı olarak yükledikleri sorumluluklardır. İsrail’in 1967 yılında Altı Gün Savaşları ile bu bölgeleri işgal etmesinden sonra Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi, bu işgali kınayan ve işgalin ilhaka dönüşmesini engellemeyi içeren çeşitli kararlara imza atmıştır. Bunlardan biri, 1977 tarihli Genel Kurul kararıdır.[7] Genel Kurul, bu kararında tüm devletlere, uluslararası organizasyonlara, yatırım şirketleri ve diğer kuruluşlara, Filistin topraklarının işgalini tanımama, işgal güçleriyle iş birliği yapmama ve başka herhangi bir şekilde yardım etmemek sorumluluğu yüklemiştir.

Bunun yanında, Uluslararası Adalet Divanı hem 2001 yılındaki Duvar hem de 2024 yılındaki İşgal Altındaki Filistin Topraklarının durumunu ele alan tavsiye kararlarında, devletlere İsrail ile işgal altındaki Filistin topraklarına ilişkin herhangi bir ticari ilişkiye girmeme ve girenleri de önleme sorumluluğu yüklemiştir. Bu kapsamda Avrupa Birliği de İsrail ile olan serbest ticaret anlaşmasının Batı Şeria’yı kapsamayacağını, yani İsrailli şirketlerin Batı Şeria’da ürettiği mal ve hizmetlerin serbest ticaret anlaşması hükümlerinden faydalanamayacağını öngörmektedir. Ancak bu tür durumlarda pratik zorluk, hangi şirketin hangi mal ve hizmeti ne zaman ve ne ölçüde işgal altındaki Filistin topraklarında ürettiğinin tespitinin zorluğudur.

Cenevre Sözleşmeleri ve İllegal Yerleşimler

Bunun yanında Türkiye’nin de taraf olduğu, silahlı çatışma dönemlerinde sivillerin durumunu düzenleyen ve artık teamül hukukunun bir parçası kabul edilen Dördüncü Cenevre Sözleşmesi’nin 49. maddesi, işgal devletinin yerel nüfusu işgal altındaki topraklardan koparmasını ve/veya işgal altındaki topraklara dışarıdan nüfus taşımasını yasaklamaktadır. Gerek Uluslararası Adalet Divanı gerekse diğer pek çok uluslararası mahkeme de artık teamül statüsüne gelen 49. maddeden hareketle, illegal yerleşimler ve yerleşimcilerle girilen ticaret ilişkilerinin prensip olarak uluslararası hukuka aykırılık teşkil ettiği tespitinde bulunmaktadır. Avrupa Birliği Konseyi de bununla ilintili olarak 2017 yılında çatışma bölgelerindeki ticari aktiviteler için daha yüksek bir özen yükümlülüğü getiren Kurumsal Sürdürülebilirlik Özen Yükümlülüğü hakkındaki Avrupa Birliği Direktifi’ni yürürlüğe sokmuştur. Ancak yine burada da AB’nin İsrail’e karşı sicili, doğrudan silah sevkiyatı dahil olmak üzere pek çok ticari ilişkinin devam etmesi, kurumsal sosyal sorumlulukta normatif düzlemin yanında İsrail’e karşı uygulama pratiğindeki sıkıntıları da göz önüne sermektedir.

Türkiye’deki Hukuki Çerçeve ve Uygulama Zorlukları

Uluslararası hukuki düzlem ve diğer ülkelerdeki kurumsal sosyal sorumluluk yasal çerçevesi ve bunun Filistin’e yansıması çok kısaca özetlemek gerekirse bu şekildedir. Türkiye’yi ele almak gerekirse, ülkemizde maalesef bir kurumsal sosyal sorumluluk mevzuatı bulunmamaktadır. Ancak Anayasa’nın 90. maddesinin 5. fıkrası uyarınca usulüne uygun yürürlüğe konmuş uluslararası anlaşmaların kanun seviyesinde sayılması, hatta temel hak ve özgürlükler ile ilgili anlaşmalarla kanun hükümlerinin çelişmesi durumunda temel hak ve özgürlüklere ilişkin anlaşmanın uygulanacağı kabul edilmektedir. Dolayısıyla kurumsal sosyal sorumluluk ilkeleri, monist bir uluslararası hukuk prensibi benimseyen Türk hukuk sisteminde doğrudan geçerli olacaktır. Burada da yine en büyük problem, değil Türkiye’nin taraf olduğu, uluslararası hukukta genel olarak kurumsal sosyal sorumluluğu düzenleyen bağlayıcı bir sözleşmenin bulunmamasıdır. Filistin özelindeki Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Adalet Divani kararları ise monist uluslararası hukuk düzenini takip eden Türkiye hukuk sisteminde direk olarak sonuç doğurabilir.

Bunun yanında, soykırım özelinde Türk Ceza Kanunu kapsamında, İsrail ile ticari faaliyetlerine devam eden şirketlere, iştiraklerinin derecesine ve kasıt unsurunun bulunmasına göre, teorik olarak TCK Md. 76/3 kapsamında güvenlik tedbirleri uygulanabilir.[8] Ancak TCK’da evrensel yetkiye tabi soykırım suçunun kovuşturulmasının izne tabi olması ve tüzel kişilere uygulanabilecek güvenlik ve koruma tedbirlerinin asli suça ilişkin tali bir uygulama olması, dolayısıyla önce suçu işlediği iddia edilen şirketin sorumlu organ(lar)ında görevli gerçek kişi ya da kişilere bir ceza soruşturması açılması gerekliliği, Türk ceza hukukunun teknik yönleriyle soykırım özelinde güvenlik ve koruma tedbirlerinin Gazze meselesine uygulanabilirliğinin pratikliği konusunda da soru işareti oluşturmaktadır.

Sonuç olarak, İsrail’in işgali altındaki Filistin topraklarında işlenen uluslararası hukuk ihlalleri karşısında, uluslararası ve ulusal düzeyde kurumsal sosyal sorumluluk ilkelerinin önemi giderek artmaktadır. 7 Ekim’den bu yana tartışma soykırım çerçevesinde şekillenmekte, fakat soykırım meselesinin dışında da işgal altındaki Filistin topraklarında faaliyet gösteren şirketlerin hukuki sorumluluğu bulunmaktadır. UNGP ve OECD Rehber İlkeleri gibi uluslararası normlar, şirketlerin insan haklarına saygılı şekilde hareket etmesi gerektiğini vurgulamakta; bu bağlamda, savaş suçlarına veya illegal yerleşimlere destek sağlayan sektörlerin sorumluluğuna işaret etmektedir. Türkiye özelinde ise, kurumsal sosyal sorumluluk mevzuatının eksikliği, şirketlerin bu normlara uyumunda hukuki bir çerçeve sunulmasını zorlaştırmaktadır. Bununla birlikte, uluslararası anlaşmaların iç hukukun bir parçası olması, Türkiye’deki mahkemelerin de bu alanda adımlar atabileceğini göstermektedir. Ayrıca bu durum, Filistin’deki insan hakları ihlallerine katkıda bulunan şirketlerin sorumluluğunu gündeme taşımak ve uygulama zorluklarını aşmak için kritik bir fırsat sunmaktadır.


[1] United Nations Guiding Principles on Business and Human Rights, HR/PUB/11/04.

[2] OECD (2023), Çok Uluslu Şirketler için Sorumlu İş Yönetimine ilişkin OECD Rehberi, OECD Publishing, Paris, <https://doi.org/10.1787/8a1fb939-tr.>.

[3] OHCHR Response to Request from BankTrack for Advice Regarding the Application of the UN Guiding Principles on Business and Human Rights in the Context of the Banking Sector, 12 June 2017, link: <https://www.ohchr.org/sites/default/files/Documents/Issues/Business/InterpretationGuidingPrinciples.pdf>

[4] Reuters, “Exclusive: Norway wealth fund may divest companies that aid Israel in Gaza war, occupied territories” 4 Eylül 2024, < https://www.reuters.com/world/middle-east/norway-wealth-fund-may-divest-companies-that-aid-israel-gaza-war-occupied-2024-09-03/>

[5] Reuters, “Exclusive: Norway wealth fund may divest companies that aid Israel in Gaza war, occupied territories” 4 Eylül 2024, < https://www.reuters.com/world/middle-east/norway-wealth-fund-may-divest-companies-that-aid-israel-gaza-war-occupied-2024-09-03/>

[6] Supply Chain Due Diligence Act (Lieferkettensorgfaltspflichtengesetz – LkSG) 2023.

[7] Question of Palestine [1977] UNGA 39; A/RES/32/40 (2 December 1977).

[8] TCK Md 54 kapsamında eşya müsaderesi ve Md 55 kapsamında kazanç müsaderesi uygulanabilir. TCK Md 60 ise tüzel kişiler hakkında uygulanacak güvenlik tedbirlerinin genel çerçevesini çizmektedir.